Saturday, December 27, 2014

New York'da Bir Gun

     Uzuuuuuun uzun bir aradan sonra ( bir haftalik olayli Turkiye yolculugu, yazin bile ders almanin verdigi yorgunluk vs. ) kaldigim yerden yani yolun basindan devam etmeye karar verdim. Ancak bir kac degisiklik yaparak, cektigim fotograflari ve bunlar hakkinda bilgiler de paylasmaya karar verdim. Universite yillarimda amator ruhla ve kompakt makineyle yapmaya calistigim fotograf cekme isini DSLR seviyesinde ancak yine ayni ruhla yapmaya basladim.      Gelelim New York yolculuguna.. Okuldan ve is yerinden arkadasim bana kiyasla daha profesyonel forografci olan Olcay'la ( Olcay Duzgun Photography ) birlikte sokak fotograflari, insan manzaralari ve mimari yapilar cekmek icin New York'a yol aldik. Ne zamanki birlikte fotograf cekmek icin disari ciksak, her zaman oldugu gibi, o gunde yine hava bulutluydu. Az isik altinda artik Allah ne verdiyse:) 


     Otobus ile gittigimiz New York'da, ilk olarak rotamiz turistlerin ugrak mekani olan Brooklyn Bridge olacakti. Ancak bizim acelemiz yoktu ve cekilecek pek cok kare vardi. Iste onlardan birkaci;






     New York'un sembol yapilarindan biri olan Flatiron Building'i fotograflamak apayri bir zevkti.


     Sonunda Brooklyn Bridge'e varmistik.  Havanin kotu olmasina ragmen, koprudeki kalabalik oldukca dikkate degerdi. 


     Koprunun sembollerinden olan ve asklarinin olumsuz olmasi icin asiklar tarafindan asilan kilitler kopruye farkli bir renk katmakta.


      Brooklyn Bridge'den sonraki duragimiz ise New York'un diger ugrak yerlerinden biri olan Central Park oldu. 






     Donus otobusunu kacirmamiz ve Philadelphia'da yagmura yakalanmamiz disinda; guzel hatiralar, birkac guzel kare fotograf butun yorgunluklara degmisti. 


Friday, May 23, 2014

Sefiller

     "Sefiller" ya da orjinal adiyla "Les Miserables" Victor Hugo tarafindan kaleme alinmis ve yayimlandiktan sonra klasikler arasindaki yerini almistir. 19. yuzyil Fransa'sinin anlatildigi kitap etkili tasvirleri ve olaylari isleyis bicimiyle one cikmaktadir. Orjinal dili Fransizca olarak basilan kitap yaklasik 1900 sayfadir. Turkce'deki ilk cevirisi ise 1862 yilinda yapilmistir. Romanin bu denli uzun olmasina ragmen akici olmasi ise olaylarin surukleyiciligine ve masalsi-siirsel anlatimina baglanabilir.

     Ayrica Sefiller; muzikal, film, televizyon filmi, radyo uyarlamalarinin yani sira, son olarakta 2013 yilinda bir manga uyarlamasi olarak Japonya'da bir dergide yayimlanmaya baslamistir.


     Olayin bas kahramani olan Jean Valjean (Madeleine baba, Fauchelevent) ekmek calmak sucundan kurek mahkumu olmustur. Bes yil olan cezasi kacmaya kalktigi icin on dokuz yila cikarilmistir. On dokuz yil kurek mahkumu olmasina ragmen cok guclu bir bedene sahip olan Jean Valjean, mahkumiyetinin ardindan mahkum damgasi yedigi icin is bulamamaktadir. Bir piskopos evinde kendisini misafir etmistir ancak Jean Valjean evdeki gumus samdanlari calarak kacar. Polisin Jean Valjean'i gumuslerle yakalamasina ragmen piskopos kendisinden sikayetci olmaz. Jean Valjean'in neden sikayetci olmadigini sormasi uzerine, piskopos O'na hayatini degistirecek "Ben bu samdanlarla ruhunu kotulukten alip iyiligin hizmetine verdim" yanitini alir.

     Jean Valjean icin "caldigi" iki samdan parcasi artik iyiliginin simgesi haline gelmistir. "Madeleine" adiyla yerlestigi kasabada calistigi kagit fabrikasinin sahibi olur. Herkesin sevgisini kazanan ve belediye baskani secilen Madeleine'e artik herkes Madeleine baba olarak hitap etmektedir. Bu sirada "Kanun Savascisi" polis sefi Javert, Madeleine babayi bi yerden gozu isirmis ve Jean Valjean'in huzurunu kacirmaya baslamistir, Javert, sucsuz ve meczup biri olan Fantine adinda birini tutuklayacak iken Madeleine olaya mudahele etmistir. Fantine'in genc yasta basindan gecen talihsiz bir ask macerasindan dunyaya gelmis Cosette'den baska kimsesi yoktur. Cosette'yi de maddi olanaksizliklardan dolayi bakiciya verip kendisi Madeleine babanin fabrikasinda ise baslamistir, ancak bozulan sagligi ve biricik Cosette'inden ayri kalmasi daha fazla calismasina imkan vermemistir. Fantine'in olumunden sonra Madeleine Cosette'i yanina alir. Bir kez daha kurek mahkumu olamayacagini bildigi icin herseyi arkasinda birakarak Javert'ten kacar ve Paris'e yerlesir.

     Burada Cosette'i okula gonderip egitim almasini saglarken kendisi ise bir manastira yerlesir ve bu seferde "Fauchelevent" adini kullanmaya baslar. Cosette artik genc bir guzel kiz olmustur. Kalbini Marius adinda bir universite ogrencisine kaptirmistir. Marius ise o donemlerde gelisen Cumhuriyetcilik akiminin etkisine kapilmistir. Bunu ogrenen aksi dedesi Gillenormand ise servetinden torunu Marius'u mahrum birakmistir. 

     Paris'e tayin olan Javert ise hala Jean Valjean'in pesindedir. O sirada patlak veren 1832 Paris Haziran Ayaklanmasinda Jean Valjean Marius'un haberi olmadan kollamakta, ona yardim etmektedir. Ayaklanmayi bastirmada gorevli olan Javert, gostericiler tarafindan yakalanir ve oldurulmesine karar verilir. Bu gorevi ustlenen Jean Valjean, Javert'i kendi vicdaniyla yuzlesmesi icin serbest birakir. Javert bunu gururuna yediremeyerek intihar eder. 

     Ayaklanmanin ardindan Cosette ve Marius evlenmistir. Jean Valjean ise gittikce yaslanmistir. Kizi olarak gordugu Cosette'i doganin kanunlari geregi Marius'a kaptirmis olmak Jean Valjean'i busbutun yikmistir. Jean Valjean artik olumunun yaklastigini anlamistir. Son nefesini verirken basucunda biricik Cosette'i, Marius ve iki gumus samdan bulunmaktadir.. 

     Romanimizi genel anlamda inceleyecek olursak; Jean Valjean yetistigi ve bulundugu ortamda "Iyilik" ile tanismamistir. Ayrica maddi olanaksizliktan dolayi gerceklestirdigi her turlu kanundisiligin, onursuzca davranisin nedeninin toplum oldugunu dusunmektedir. Jean Valjean'in Piskopos ile tanismasiyla istisna kaideyi bozmustur ve Jean Valjean iyilik kavrami ile tanismistir..





     

Sunday, May 18, 2014

V For Vendetta

     Hatirla, 5 Kasim gecesini hatirla
     Barutu, ihaneti ve komployu
     Hic bir neden bilmiyorum ki gerektirsin
     Barut komplosunun unutulmasini

     Bir sarki melodisi, bir kitap satiri ya da bir film repligi insanin geri kalan tum yasantisina etki edebilmekte, hayatina yon verebilmektedir. Iste benim hayatimi basli basina degistiren ise bir film. Sadece bir sahnede degil, bastan son anina kadar birseyler bulabildigim bir film. V For Vendetta.

     Aslinda Alan Moore'un yazdigi ve David Lloyd'un cizdigi, cizgi roman serisinin sinemaya uyarlanmis halidir V for Vendetta. Belki bende pek cok insan gibi filmini izledikten sonra kitabindan haberim oldu. V o kadar hayatima girdi ki sonrasinda cizgi roman kitabini edinip okuma firsati da yakaladim. Pek cok basarili kitabin sinemaya uyarlanmis hali kitapta hissedileni tam olarak yasatmasada, V for Vendetta sanki buna tepki olarak cekilmis en iyi yapimlardan biridir. Belki de bunda en onemli faktor bir cizgi roman uyarlamasi olmasidir.



     2006 yilinda gosterime giren filmde V karakterini Hugo Weaving, Evey Hammond'i ise Natalie Portman canlandirmaktadir. Filmimizde V'nin ilham aldigi kisi olan ve maskesini kullandigi Guy Fawkes, Barut Komplosu olarak bilinen ve 1605 yilinda yonetim karsiti bir harekete girismis, her yil duzenlenen aristokrasi zirvesine bir komplo duzenlerken basarisiz olmus ve idam edilmistir. 2020 Ingiltere'sinde gecmekte olan filmimizde ise, V artan yonetim baskisiyla, insanlari denek olarak kullanan bir takim deneylerde yer almis ve intikamini almak icin her turlu zorlugu asmis ve Guy Fawkes'in yapamadigini yaparak duzene son vermistir.

     2020'lerde Adam Sutler liderligindeki Ingiliz hukumetinin insanlar uzerinde baskisi inanilmaz duzeylere gelmistir. Kapali devre televizyon sistemine gecilmis, kendi insanlarini oldurmeyi goze alarak su kaynaklarini zehirlenmis ve bunlara neden olan hayali suclular idam bile etmistir. Diktatorluk her gecen gun baskisini arttirmaktadir. Ancak halktan herhangi bir tepki gelmemesi yonetimi daha da fazlasini yapmaya cesaretlendirmektedir.

     Sonrasinda halk kahramanimiz V devreye girer ve herkese V maskeleri gondererek her bireyi bir V yapar. Bireysel cabalarin sonuc getirmedigini, ayni seyleri dusunmesek bile birlikte hareket ederek bazi seyleri birlikte cozume kavusturacagimizi gosterir bize V. Hatirlattigi baska birsey daha vardir bize V'nin: "Gercegin gucuyle yasadigim surece, evreni bile fethedebilirim." demektedir.

     Degisen dunyayla birlikte Turkiye olarak son yillarda yasadiklarimiz goz onune alininca sanki kendimizi filmin icinde buluyoruz. Anlatilan hikayeyi tamamen bizim hikayemiz gibi hissediyoruz. Sanki basimizda bir Adam Sutler hukum surmekte ve baskisini her gecen gun arttirmakta, bizde ortaya cikacak V'yi beklemekteyiz. Asil icimizde sakli olan V'yi cikartmak icin umarim daha cok beklemek zorunda kalmayiz. Cunku V maskesinin altinda etten fazlasi var. Bu maskenin altinda bir fikir var ve fikirlere asla kursun islemez..

 


   

Thursday, May 8, 2014

Don Kisot

     Belki de ilk yazmam gereken yazimi gecte olsa yaziyorum. Bu kullanici adini almamda buyuk katkisi olan Redd'in malum sarkisini ( https://www.youtube.com/watch?v=lUwpf9bBQbU ) dinleyip yazmak daha da keyifli yapiyor Don Kisot'un hikayesini.

     Don Kisot ya da orijinal adi ile Don Quijote, Ispanyol romanci Miguel de Cervantes Saavedra tarafindan yazilmis "El ingenioso hidalgo Don Quijote de La Mancha" romaninin asil kisisidir. Roman formunda yazilan "Ilk" eser olarak bilinmektedir. Soylu bir aileden gelen Alonso Quijano, 40'li yaslarina kadar bir aristokrat olarak yasamistir. Daha sonra sovalye kitaplarina merak salmis ve Sovalye Don Kisot karakterine burunmustur.

     Soylu bir sovalyenin zalimlerin zulumlerine karsi cikmasi, adaleti saglamasi ve ezilenlerin yardimina kosmasi gerektigine inanarak evinden ayrilip maceralara atilir. Yanina seyisi Sancho Panza'yi da alarak, emektar ciliz ati (Sutcu beygiri) Rosinante'ye atlayarak insanlara yardim etmenin yani sira, hayali sevgilisi Toboso'lu Dulsinya'ye kavusmak icin yola cikar. Sovalye Manca'li Don Kisot, maceradan maceraya yenilgiden yenilgiye atilirken, artik onun icin hanlar sato, hancilar soylu bir lord, yel degirmenleri dev olmustur.

     Her seferinde yenilen, her seferinde daha da artan mucadele ruhuyla, Sovalye Don Kisot 
hayalperestligin sinirini zorlamaktadir. Alinan onca yenilgiye ragmen, idealistliginden birsey kaybetmeyen Don Kisot teslim olmamanin, hayallerin pesinde kosmanin en iyi ornegidir.  

     Sadece Redd degil, eserlerinde Don Kisot'a yer veren. Nazim Hikmet de sovalyemiz Don Kisot'a su sekilde seslenmektedir: 

Ölümsüz gençliğin şövalyesi, 
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına 
bir temmuz sabahı fethine çıktı 
güzelin, doğrunun ve haklının: 

Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya, 
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı. 

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine, 
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, 
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok, 
yel değirmenleriyle dövüşülecek. 

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını, 
elbette sen haykıracaksın bunu 
bezirganların suratına, 

ve alaşağı edecekler seni 
bir temiz pataklayacaklar seni. 

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun, 
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin 

ağır, demir kabuğunun içinde 

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.


     Hayatin aci gerceklerinden biri olan yenilmenin bile denemekten gectigini, utopyanin gercek olma ihtimalinin bile yeterli oldugunu bu denli guzel anlatmak, yuzyillar sonra bile neden Don Kisot'un cok okunanlar arasinda oldugunun en buyuk kanitidir..  





      

Saturday, May 3, 2014

Zumruduanka

     Turk Dil Kurumu'nun tanimina gore efsane; "Eski caglardan beri soylenegelen, olaganustu varliklari, olaylari konu edinen hayali hikaye, soylence" olarak tanimlanmakta. Dunya genelinde belkide en bilinen ve birbirine benzerlik gosteren efsanelerden biri Zumruduanka hikayesidir.

     Efsanenin asil cikis yeri olarak, Iran mitolojisi oldugu tahmin edilmekte ve "Simurg" adiyla bilinmektedir. Etimolojik olarak; Simurg otuz kus anlamina gelmekte, otuz tane kusun rengini ve ozelligini tasidigi icin bu isimle anilmaktadir. Firdevsi'nin Sahnamesinin diger dillere cevrilmesiyle bilinirligi artmis ve ayni zamanda degiserek diger kulturlere uyarlanmistir. 



     Batili kulturlerde "Phoenix", Misir mitolojisinde "Bennu" , Hindistan kulturunde "Avalerion" Cin'de ise "Feng Huang" ismiyle bilinmekte ve kulaktan kulaga hikayesi tum dunyada anlatilmaktadir. 


     Turk kulturunde ise "Zumruduanka" ya da "Tugrul Kusu" olarak bilinmektedir. Zumruduanka'yi efsane yapan birkac ana unsur vardir. Bunlardan ilki ve belkide en onemlisi, olmek uzereyken yanarak kullerinden yeniden dogmasidir. Olumsuz olduguna inanilir ve efsaneye gore dunyanin uc kere yikilip yeniden bir araya geldigine sahit oldugu soylenir. Kullerinden yeniden dogmasi ise; ruhani aydinlanma, reenkarnasyon ya da olaylara baska boyutlardan bakmak olarak yorumlanir. Bati kulturunde ise kullerinden dogmak fikri cehenneme giden ruhun yanip, arinarak tekrar dunyaya gelmesini sembolize etmektedir. 


     Ikinci en onemli ozellik ise yasadigi yerdir. Kimilerine gore "Kaf Dagi" olarak bilinen, efsanevi bir dagin tepesinde yasadigi savunulurken, kimi inanislarda ise Zumruduanka her zaman kanat cirpmakta ve gokyuzunde yasamaktadir. 

     Zumruduanka kusunu efsane yapan bir diger ozellik ise, gozyaslari ile butun hastaliklara sifa kaynagi oldugudur. Bu ozellik efsanelerde pek cok kere kendine yer bulmaktadir. Padisahi iyilestirip, padisahin kizina sahip olmak icin nice delikanlilar, Zumruduanka kusunu aramak icin tehlikeli maceralara atilmislardir. 

     Efsanenin cikis yeri olan Iran mitolojisindeki hikayeye geri donecek olursak, asil ana fikri bulabiliriz. Uc yuz tane kus, kaybolan sultanlari Simurgu bulmak icin Kaf Dagina dogru uzun bir yolculuga cikarlar. Bu esnada, kimi nefsine yenilip ayri bir yola sapar, kimisi hirsina yenilip kendi yolunu acar, kimisi kiskancligina yenilip devam edemez. Sultanlari Simurgu bulamazlar, ancak bu yolculugun ozunun kelimelerde sakli oldugunu anlamislardir. Geriye sadece otuz tane kus kalmistir. Bu otuz kustur iste bize nefretimizden, hirsimizdan, hain dusuncelerimizden uzak durmamizi; adil, haysiyetli ve onurlu olmak, sadakat gibi duygularimizi omrumuzun sonuna kadar saklamamiz gerektigini ogreten. 

     Insanin bunlari hatirlamak icin bir omur tuketmesine, ayni hatalari tekrar etmesine, kullerinden dogmasina gerek yok. Kimbilir belki de sadece iyi bir insan olma amacimizi unutmamaktir bu efsanenin bize anlatmak istedigi.. 

     

Tuesday, April 29, 2014

Hayat Cok Guzel

        Kimi insanlar, dogustan zorluklarla baslarlar hayata. Resmen 1-0 maglupsundur hayata karsi. Mateusz Rosinsky gibi. Ya da onun gibi karsi cikarsin, bas kaldirirsin mi demeliydim?
        
        “Hayat Cok Guzel” gercek bir yasam oykusunun Polonya’li Mateusz Rosinsky’nin hayatinin beyaz perdeye aktarilmis hali. Basrolde, yani Mateusz rolunde yine Polonya’li aktor Dawid Ogrodnik yer almakta ve olaylar kahramanimizin cevresinde gelismekte.
        
        Filmimiz inanilmaz duygusal bir drama. Bazen gulerken, cogu zaman ic gecirerek sukretme, isyan etme arasinda git-geller yasayabilirsiniz. Konusmasi, yurumesi imkansiz olan Mateusz’un hayatini konu alan film, yasadigi zorluklari ve astigi engelleri beyaz perdeye aktariyor. Kimi zaman ailenin bile yaninda olmadigi durumlarda, asilan engelleri basarili bir sekilde islemis, uluslararasi film festivallerinden odulle donmus bir film. “Gercek bir erkegin biktiginda ya da ayni fikirde olmadiginda, yumrugunu masaya vurmasinin” oykusu..


Saturday, April 26, 2014

Retro-Tekno

Hatirladigim ilk anilarimdan birisi; abimin ve ablamin gazetelerden biriktirdigi kuponlarla aldiklari ansiklopedileri incelemek, kalin kapaklarina bakmakti. O zaman en cok istedigim, bir an once buyumek, okumayi ogrenmek, icinde yazanlari anlamak; sadece resimlerine bakmamakdi.  1990' li yillarda cocuklugunu yasamis biri olup da ansiklopedisi olmayan ev yoktur diye hayal ediyorum.

Ilkokula basladiktan ve okumayi ogrendikten sonra ilk yaptigim, hayallerimi gerceklestirmek oldu. Ilgi alanima girsin ya da girmesin her bilgiyi okumak, bilmek, ogrenmek istiyordum. Butun bilgilerin sadece bu ansiklopediler ile sinirli oldugunu, ansiklopedileri okursam her seyi bilecegimi dusunuyordum. Buyuyunce tabi ki boyle olmadigini ogrendim ve yikildim. Bunun icin daha cok okumak daha cok arastirmak lazimdi. Ben buyurken ve dunya degisirken, bir sabah uyandigimda kelimenin tam anlamiyla teknoloji devrimi oldu ve internet, cep telefonu hayatimiza girdi. 

Hayatimiz artik bambaska bir hal almisti. Internete ilk once 145 ile baglandik, Nokia 5110'larla birbirimize cagri attik. Mesaj paketleri daha moda olmadan, her mesajin iki kontor oldugu, cagri yaparken acilinca soverken, ne ara elimizde interneti olan telefonlar kullanmaya basladik biz. 145 ile internete baglanirken, telefon mesgul caldigi icin babamin fircasiyla internetten ne zaman cikip da, kablosuz internetle yataktan bile internet kullanmaya basladik. Trafikte, tuvalette, yataga yatarken, gozumuzu ilk actigimizda telefonumuzdan bir saniye bile ayri kalamaz olduk. 

 Dunya tarihine baktigimizda, uc onemli devrim oldugu varsayilir. Birincisi, yaklasik 10 bin yil once gercekelesen "Neolitik Devrim". Mezopotamya'da gerceklesen bu devrime topraklarimizda oldugu icin yabanci sayilmayiz. Ikincisi, Osmanli Imparatorlugu zamaninda gec kaldigimiz ve belki de Imparatorlugun yikilmasinda buyuk onem tasiyan "Sanayi Devrimi". Ucuncusu ise yazima konu olan ve toplum olarak hic kacirmadan yakaladigimiz "Teknoloji Devimi". 

Peki cok mu iyi oldu bu kadar yatagimiza bile giren teknoloji? "Hayatimizi kolaylastiran teknoloji" tezi, ne kadar basarili ya da biz ne kadarini basarabiliyoruz? Artik kendimizi teknolojiye mi kaptiriyoruz? Insanlar arasindaki iletisim kopuklugunda teknolojinin ne kadar payi var? Klavye basinda "Delikanlilasan" insanlar mi sokaktaki hosgorusuzlugun sebebi? 

Kendimize daha fazla zaman ayirmak icin kullandigimiz teknoloji sayesinde, sadece teknolojiye zaman ayirir olmusuz. Bozulan psikoloji ve bozulan iliskiler sahibi olmusuz, son model telefonumuzun yaninda. Ama birde gercek var ki, Amerikali, matematikci, anarsist, teorisyen Theodore Kaczynski'nin dedigi gibi "Teknolojinin kotu taraflarini atip, sadece iyi taraflarini birakamazsiniz." Bende diyorum ki; umarim, teknolojinin atabildigimiz kadar kotu tarafini atabiliriz.. 



Sunday, April 20, 2014

Leyla'nin Evi

Bazi kitaplar vardir, hic bitmesin diye okunmaz ya da yavas okuyup olabildigince bitirme suresini uzatip aldigin hazzi arttirmak istersin. Leyla'nin Evi benim icin iste tam da oyle bir kitap tanimina uyuyor. Zaten Zulfu Livaneli'nin yarattigi bu eser, yazarin daha once okudugum eserleriyle kalite olarak ayni paralellikte. Zulfu Livaneli daha cok yurticinde sarkici yonuyle taninsa da, yurtdisinda asil edebiyatci yonu agir basmakta. Yani herkesin tanidigi yazarimizdan cok fazla bahsetmeye gerek yok. Kitabimiza gelecek olursak, Leyla'nin Evi, gecmis ile gunumuz jenerasyonunun arasindaki farki, degisen ahlak kurallarini ve degerlerini inanilmaz sade bir dille anlatmakta. Farkli sosyo-ekonomik cevreleri bir arada en iyi ozellikleri ile yansitmakta, kitabi okumaktan ziyede adeta yasamaktasiniz. Hergun karsilastigimiz olaylar, tanidik hayatlar, belki de Zulfu Livaneli'nin toplumsal olaylari yakindan gozlemlemesi kitabi bu kadar mukemmel yapmakta. Kitabimizda Leyla'nin, pasa dedesinden kalan yalinin mustemilatindan, yalinin yeni sahipleri tarafindan "kovulmasindan" sonra, Roxy-Rukiye ve Yusuf'un hayatina dahil olup, onlarin ve kendi hayatinda ne gibi degisikliklerin meydana geldigini anlatmakta. Eski Istanbul beyefendileri ve hanimefendilerinin, Anadolu'dan gelen gocle yasanan sentezin hikayesi; aslinda bir nevi Istanbul hikayesi kitabimiz. Okunacaklar listesinin ilk sirasina almanizi, kutuphanelerin envanterinde varmi diye bakmanizi, kisacasi ne yapip ne edip okumanizi siddetle tavsiye ediyorum. Pisman olmayacaksiniz..

Monday, April 14, 2014

Philadelphia'da ilkbahar

Soz konusu Phialdelphia olunca burada sikilmak imkansiz. Hele de hava sicaga yakin derecede iyi olunca,
Pazartesi gunu bile yapacak sey bulunuyor. Herhangi bir plan yapmadan sehre gitmeniz ve tabana kuvvet yurumeniz halinde mutlaka ilgi cekici birseyler denk gelir. Bugun ki sehir turumda ilk duragim University City'di ve dunyadaki en guzel seylerden birinin ogrencilik oldugunu bir kez daha anladim. Sonrasinda Market Street ve ver elini Rittenhouse Square. Baharin iyice kendini hissettirmesiyle, tarihinin en sert kislarindan birini geciren Philly'liler, dogal olarak kendilerini disari atmislar. Kopeklerini gezdirenler, top oynayanlar, bebeklerini gezdirenler, dondurmalarini yiyenler vs. vs. Iste tam bu sirada tum ilgileri ustlerine ceken bando takimi cikiverdi ortaya. Uc tane buyuk davul, dort tane trampet, ve iki kisilik yardim toplayanlar olmak uzere dokuz kisilik ekiple hem gezip, hem eglendirip, hem de paralarini kazanmaktalardi. Sonrasinda Philadelphia disindan gelenlerin ve Philly'lilerin ugrak yerlerinden birine Reading Terminal Markete yurudum. Burasi da farkli dunya mutfagindan lezzetleri bulabileceginiz mekanlarin yani sira, cikolata, firincilik urunleri, ve sebze-meyve urunleri de yer almakta. Vakit ilerlemekte ve acikmamizla beraber, ana vatani bu topraklar olan Philly Cheesesteak'i en unlulerinden birinde yemek icin South Street'e Jim's Steak'e yol aldim. Yine en unlulerinden biri olan ve evime yakin olmasindan dolay ilk tercihim Dalessandro's ile kiyaslayinca, lezzeti ve doyuruculugu biraz tirt olsada idare eder denilecek kadar iyiydi. Yemek sonrasi hava kararmaya, bende yorulmaya baslamistim.South Street'ten Broad Street'e yuruyup City Hall'a bir de gun batarken baktim ve iyi ki Philly'e tasinmisim dedim. Gece hayati yeni basliyordu ama enerjim kalmamisti. O da bir baska gune artik..